ZEVK OBJESİ

Share Button

Yeri dolmaz derdim oysa çoktan doldu. Kimler kimler oldu, öldü, yeniden doğdu. Keyf unsuruydu, zevk objesiydi artık sevgili. Biri bitince biri başlıyordu, sürmüyordu, saplanmıyordu, kanayıp durmuyordu hiçbiri. Arabesk bir şarkıdan aldığım hazdan ibaretti artık hüzün. Mezeydi gecelerime yavrum kalbimde bıraktığın iz ve hatırımdaki yüzün!

Kaç kişilikti aşk? Bir kalbe kaç adam sığardı enlemesine? Tek eşliliğe veryansındı çok eşli sevmelerim! Mükemmeliyetçiydim, aradığımı bulamıyordum, tamamlanamıyordum tek kişilik sevdalarda. Eksik kalıyordum, hep yarım duruyordum baktığım yerde göremiyordum kendimi. Savruluyordum bakışlardan bakışlara. Ne kadar çok göz gözümde o kadar ben. Ne kadar çok ten tenimde o kadar tamam. Sevdiğim adamların toplamıydı ruhum. Azalamıyordum.  

Tek gecelik ilişkilerdeydi hazzın doruğu. Kıyamadığım sevdalarıma yapamadığım her şeyi denemek istiyordum üzerlerinde. Deli gibi acıtmak istiyordum. Zevk alıyordum acıtmaktan!İtip kakmaktan hoşlanıyordum erkekliğini. Kim daha kudretli küçük adam hadi söyle bakalım? Senin erkekliğin mi yoksa benim kadınlığım mı? Diz çöküşünden hoşlanıyordum önümde! Sevdiğim adamın iktidarsızlığına sabrederken ona diş biliyordum yorgun, tükenmiş yanıma uzandığında. Daha çok istiyordum, iliklerine kadar. Posasını çıkarıp kenara atmaktan delice keyf alıyordum. Perişan halini seviyordum onun, perperişan!

Çoktan yırtılmıştı ruhun ar damarı çoktan. O çocukluk yıllarından kalan çatlaklardan sızıyordu zehir. Mayhoş bir tat bırakıyordu yüreğimde. Bir zamanlar çektiğim mide spazmlarına inat orgazm oluyordu yorgunluğum. Keyf alıyordum artık bu durumdan. Yaralarıma tutunur buluyordum her defasında kendimi. Kuruyup kapanmalarından korkuyordum hep koparıyordum kabuk bağlayan yerlerini. Acıyı seviyordum. Ancak bu şekilde hissedebiliyordum kalbin yerini.

Sahi sen dokunmayı bilir misin? Dokunduğu yerde ellerinin izi kalır mı ılık ılık? Peki ya bakışların? Düştüğü yeri yakar mı alev alev? Kalbimi açsam sana, beni incitmeden sevmeyi becerebilir misin? Silahsızlansa ruhum. Çatlaklarını sıvasam çocukluğumun, sızmasa zehir, beni tamir edebilir misin? Boyayabilir misin rengarenk karanlığımı?

O kadar güzel ki gözlerin… hayal kurdurabilirsin belki de bana…

Cesaretimi toplasam bütün ilkel dürtülerimi bir kenara atıp. Sana doğru yürüsem zihnimi bulandırmayacak kadar duru kalabilir misin? Çabuk karışır aklım, dağılır duygularım çözülür kaderim kederinden. Sahi sen beni kendine bağlayabilir misin?

O kadar güzel ki gözlerin… hayal kurdurabilirsin belki de bana…

Ellerim küçük yuvarlak kalçalarının üzerinden sırtına doğru ilerlerken o hoş kokunla bozuldu büyü. Bir adam daha geçti yatağımdan, hayatımdan değil! Sadece bir tendi istediği aklın. Cesur falan değildi yürek, risk alamazdı. Bozamazdım keyfimi yeni yetme sevdalarda, iyiydim böyle. Hem haylaz bir kadındım, uslanamazdım. Adrenalini seviyordum. Ancak bu şekilde hissedebiliyordum kalbin yerini.

Sıkılıyordum otuz yaş üstü adamlardan. Hayatımda da istemiyordum yatağımda da. Bunalıyordum, bağ kuramıyordum tutmuyordu enerjim. Yanıma yakıştıramıyordum, çekmiyordu hiç içim. Sahi kaçtı en güzel yaşı bir erkeğin? Tazeliği seviyordum. Ancak bu şekilde hissedebiliyordum kalbin yerini.

Ayşen GENCER

Category: Genel | LEAVE A COMMENT

ASİMİLASYON

Share Button

Toplumla ne kadar uyumlusunuz? Yaşamaktan kaçtıklarınızla yaşayamamaktan korktuklarınız aynı şeyler mi? Fırsat maliyeti neydi ödediği kendini gerçekleştiren, hayattan keyif alan, başına buyruk bireylerin? El âlem kim bilir neler neler söyledi ardından o özgür beyinlerin?

Eleştirirler… Oturdukları yerde her daim vardır sağa sola sokacak, can yakacak birkaç sözleri…  Acıtırlar… Kanatmaktan zevk alırlar kaşıyıp kaşıyıp sürekli aynı yerleri…

Üretkenlikten uzak, konforlu bir tembellik içerisinde gün tüketmekten ibaret yaşayanlardı en çok kusur bulanlar. Korunaklı, çalkantısız, sığıntı ruhları alışmıştı dinginliğine hayatın. Oysa ne de çok merak ederlerdi deli dolu yaşayanların renkli hayatlarını. Almadıkları risklerin vasatlarıydılar, çarpıp çıkamadıkları kapıların esiri, yazamadıkları kitapların cahili ve yapamadıkları her şeyin düşmanı!

Böyle böyle büyüyordu kin! Olmak istenilenle olunan kişi arasındaki mesafe açıldıkça doluyordu için için kendiyle çelişenlerin içine öfke!

Topluma ne kadar bağımlısınız? Hayalini kurduklarınızla kâbusunu gördükleriniz aynı şeyler mi? Fırsat maliyeti miydi ıskaladığınız hayatınız aidiyetinizin? Konumlandırdığınız yer doğru seçimi olmayabilirdi belki de kaderinizin.

Bir bütüne ait olamadım. Parçalandım ve her parçamı bir başka yerde bıraktım. Dağıldıkça çoğalıyor, çoğaldıkça zenginleşiyordu göçebe ruhum. Böyleydi benim yaşamaktan anladığım yara bere içinde gülümsemekle geçti ömrüm.

Travmalarımdan besleniyordum, deli gibi seviyordum düşe kalka yol almayı. Korunaklı hayatlar bana göre değildi, tat vermezdi. Dizimi kırıp bir dizin dibinde oturamadım. Böyleydi benim hayattan anladığım konargöçer yol almaktı keyif aldığım…

Travmalarınızı sevin! Gözyaşının kahkahadan sanki ne farkı var? Acı da mutluluk kadar uçucu, hayat kadar kısa, süreç yok sadece tek bir an var yaşantında…

Kaybetmekten korkmayın! Yenilginin galibiyetten sanki ne farkı var? Başarısızlık da başarı kadar uçucu, hayat kadar kısa, süreç yok sadece tek bir an var yaşantıda…

Toplumla uyumsuz bireylerin adaptasyon sorununa işaret ediyordu toplumla uyumlu bireyler. Sürü psikolojisi içinde aynı yöne, aynı anda dönüyordu bakışları ve eş zamanlıydı attıkları adımları. Baskıcı, yıkıcı, birbirine benzer, içi içini yer dışı susar hayatlardı vaat ettikleri. Adaptasyon değildi asimilasyondu aslında ha bire önümüze koyup direttikleri!

Boyun eğmedim, eğmiyorum. Keyfimin kâhyasıyım canımın istemediği şeyi yapmayı sevmiyorum.  Umursamadım, umursamıyorum. Konuşulanları duymuyorum bile, çok dinlemeyi sevmiyorum…

Yaşımın kadını olamadım. Yaş sadece sayısal bir veriydi benim için hayat ise enerjiydi tükenmiyordu coşuyordu içim…

Küfürlü bir nakarattan aldığım zevki vermiyordu hiçbir makam. Geçmemeliydi yatağımdan yirmi beşinden gün almış hiçbir adam.

Kendinizle ne kadar tutarlısınız? Hakkında atıp tuttuklarınızla yerinde olmak istedikleriniz aynı kişiler mi? Eleştirilerinizin hedefindekiler yoksa arzu edip de erişemedikleriniz mi?

Konuşurlar… Oturdukları yerde her daim vardır sağa sola sokacak, can yakacak birkaç sözleri…  Acıtırlar… Kanatmaktan zevk alırlar kaşıyıp kaşıyıp sürekli aynı yerleri…

Ayşen Gencer

Category: Genel | LEAVE A COMMENT

SEVİŞELİM Mİ?

Share Button

Sevişmiyorsan terk et beni! İçimi kurutarak böyle benle olamazsın! Sırtın dönük uyuyorsan bana, çık bu yataktan! Dokunmuyorsan, içimde kalmıyorsan bu odada da duramazsın! Yanımda yatan sırtı bükük, dönük, soğuk adam. Ceset gibi uzanıyor erkekliğin boylu boyunca… Bir avuç toprak atıp geçiyorum şimdi üzerine ama kalbimde neden  bu sızı hâlâ neden? 

Cinsel kimliğini kazanmamış, bulmuş ve kaybetmiş ya da her neyse hâlâ arıyor olabilir! Bir yerlerde bir eksik, tamamlanmayan, açıklanmayan kör bir nokta,  hani bir  yapbozu tamamlar gibi analiz ediyor seni bakışlarım. Hiçbir yere çıkmıyor cevapları hep sende kalıyor sustuğun o sorularımın…

Neydi bir kadınla bir erkeği birlikte kılan? Sevişmeden de gerçekten sevilebilir miydi? Cinsellik olmayan aşka var mıydı sahi gerçekten inanan? Eğer seks yoksa iyi arkadaş olarak kalmaz mıydı birbirine çok değer veren iki insan? Kaybetme korkusuyla tutunduğumuz bedenlerden yavaşça kopup ayrılıyordu avuçlarımız.

Bu haliyle gitmiyordu bu iş, zihnimde yer etmiyordu, gecelerimi sarmıyordu kuşkudan başka bir şey! İçime su serpmiyordu,  kabullenip susmuyordu, üsteliyordu konuyu katletmeye çalıştığın kadınlığım!

Her kadın yürekten sevilmek ister. Sevilip sarılıp sevişmek ister. Teninin kokusu kalmalı tenimde. Öperken göz göze bakmayı ister. Bir durakta tek başına bekler gibi. Yolunu yıllarca gözler gibi. Bekledim gün gelir değişir belki. Beklemek çözüm değilmiş, şimdi anladım.

Zihnimin her yanını kuşkular sardı. Kalbimde acımayan tek yer kalmadı! Yoksa hayatında bir başkası mı vardı? Kim bilir, belki bir kadın belki de erkek …

Dokunmuyorsan terk et beni! Zihnimi bulandırarak böyle benle kalamazsın! Hatalar bularak suçlayarak beni! Kendi eksiğini bende kapatamazsın! Başı elleri arasında, boynu bükük duran adam! Ceset gibi uzanıyor erkekliğin boylu boyunca… Bir avuç toprak atıp geçiyorum şimdi üzerine ama kalbimde neden  bu sızı hâlâ neden? 

Bu haliyle gitmiyordu bu iş, zihnimde yer etmiyordu, gecelerimi sarmıyordu kuşkudan başka bir şey! İçime su serpmiyordu,  kabullenip susmuyordu, üsteliyordu konuyu katletmeye çalıştığın kadınlığım!

Her biten aşk gibi önce acı kaldı. Zaman geçtikçe acının yerini bir öfke sardı. Hafifler zamanla o da geçer, biliyorum. Öfkenin ardında hissizlik vardı. Sen zaten hiç benim olmamışsın ki! Seni kaybetmelere korkmam boşaymış. Sen henüz kendini arar, kaybolurken beni bulmanı beklemem koca bir hataymış.

Bıraktım yoluna basıp git şimdi. Ben de kendi kaderimi yeniden yazdım. İçime attığım nicesi gibi sende bir şekilde geride kaldın. Dokunmayı, öpüşmeyi bilmeyen adam. Yüzüme bu mahsun gülüşün neden?  Benim olmayan, bende kalmayan. Giderken ardına bakışın neden?

Zihnimin her yanını kuşkular sardı. Kalbimde acımayan tek yer kalmadı! Yoksa hayatında bir başkası mı vardı? Kim bilir, belki bir kadın belki de erkek …

Unutup  giderken  her şeyi

İçimde ukde kaldı,

Sevişelim mi?

Ayşen GENCER

Category: Genel | LEAVE A COMMENT

Güç Yalnızlık Kadın

Share Button

Sıkışıp kalmıştım. Kıpırdayacak, nefes alacak yerim yok gibi hissediyordum. Doğumumdan bugüne dek içine itildiğim bu yarışma, her şeye tek başına yetme çabası ve hep en iyi olma hırsı ruhumu köreltmişti. Ruhum beslenemez olmuştu… 

Sahip olduklarına şükretmek yerine ulaşamadıklarına kinlenir olmuştu herkes. Bir ben değildim, toplumsal bir hastalıktı bu, salgındı. Modern hayat terörüydü her gün maruz kaldığımız. Her gün insani bir yanımızı daha toprağa veriyorduk.

  Nahif bedenleri eşit yükler altında ezilmiş, mutsuz bir neslin kalıntılarıydık. Adaletten yoksun bir sistemin parçası olmuş, her işe koşulmuştuk. Üretken, çalışkan, ayaklarının üzerinde duran kadınlardık. Kimseye ihtiyacımız yoktu. Hatta kendimize bile. Kadın olmanın birçok vasfından vazgeçmiş, ‘güçlü kadın’ olmayı seçmiştik. Erkek gibi giyinir, erkek gibi yaşar, yeri gelir erkek gibi küfreder, çoğu zaman onlardan daha yüksek statüde daha fazla gelir elde ederdik. 

            Paylaşılmayan hayatlar; bireyselleşmiş geçici hevesler ve hedefler koymuştu önümüze. Gün sonunda hep yalnızlık vardı. Kariyer basamaklarını tırmanırken bir şeylerden vazgeçmiştik. Fırsat maliyetiydi yalnızlık başarmışlığımızın. İyi bir terfi, daha yüksek maaş, marka kıyafetler, eşi benzeri olmayan hepi topu bir haftaya sıkıştırılmış tatillerimiz…

            ‘Ekonomik Özgürlük’ diye nitelendirdiğimiz şeyle çizilmişti sınırlarımız. Süregiden bir tüketim zincirinin halkasıydık artık. Mal ve hizmet üretiyor, ürettiğimiz şeyleri tüketiyor, sonra yine üretiyor ve yine tüketiyorduk… 

Doğaya ters düşmüştük bir kere. Dengeli olandan uzaklaşmıştık. Kadın-erkek arasındaki ilişkiyi doğru kuramamış, amansız bir rekabete girişip mutlu olmamış ve mutlu edememiştik.

Çıldırma noktasına gelmiş mutsuzluğumuzun amok koşucusuyduk. Geride bıraktığımız ölü bedenler üzerinden yürüyor, kendi sonumuza koşuyorduk.

Duygusal, düşünsel, fiziksel bu yorgunluğun ya tükettiği nicelerinden biri olacaktık ya da çıkacak son bir huzurlu nokta bulacaktık ruhumuza. Her şeyi silip yeniden başlayacaktık.

Akışına bırakılan şeylerdi aslında hayatı güzel kılan. Çünkü her şey olması gerektiği gibi olunca, kendi tabiatına uygun yaşanınca sürdürülebilirdi. Dayatma, zorlama, özenti sistemler çökmeye mahkûmdu.

Bir annenin duasıydı en kötü anımızda koruyan bizi. Anneannemizin göz bebeğiydi titreyen üzerimize. Sevgi, merhamet kadının doğasında vardı. Kadın tabiatı gereği üretkendi, insan üretebiliyor, nesil yetiştirebiliyordu.

Bütünsel bakış açısıyla tabiat kadını erkekle erkeği kadınla tamamlamış, onları birbirlerini tolere edecek farklı özelliklerle donatmıştı. Aslolan bütündü, parça ise parçalanmaya mahkûmdu ve hep eksik yanını arayacaktı.

‘Güçlü kadın’ ya da ‘güçlü erkek’ değildi aslolan. Dengeydi ‘güçlü’ kılan. ‘Güçlü insan’ olmaktı mesele.

Bir olabilmekti, birlikte kalabilmekti. Sürdürülebilir mutluluk hedefiydi umudumuz yalnızlığa inat.

Derin derin nefes alıp vermekti hayat, soluk soluğa koşmalar yormaktan ibaretti kalbi. Durup dinlenmek lazımdı bazen. Huzurlu bir omuz arardı yaslanmak için her baş. Gelip geçiciydi her şey ve herkes, sonluydu bu dünya, hiç kimseye kalmayacaktı. Hırs değildi yapılması gereken anı yapılmalıydı. İnsan biriktirmekti aslolan; sevgili, eş, dost, aile, arkadaş…

Ayşen GENCER

Category: Genel | LEAVE A COMMENT

SEVGİLİYE

Share Button

Seni çok seviyorum. Gel gör ki sevmeyi beceremiyorum! Alışmamışım hiçbir tene. Kokusu sinmemiş hiç kimsenin ellerime. Ve dudağımda kanı kalmış hep dokunuşların. Isırıkmış meğer öpücük sandıklarım.

İçimdeki karmaşa her an biraz daha ele geçirirken beni, deli gibi korkuyorum şu kapıdan çıkıp gitme ihtimalinden. Gözlerim telaşla gezinirken gözlerinde sağa sola çarpa çarpa ilerliyor kalp atışlarım. Her bakışında bir şeyler sezinliyor gibiydi sanki yakarışlarım.

Durduramıyorum kendimi. İçim içimden taşıyor binlerce acıyla. Ardıma bakmadan kaçıp gitmek istiyorum buradan. Elini uzatıyorsun, tutuyorsun bileklerimden. “Gitme.” diyorsun, çakılıyorum sana. Ayıramıyorum yüreğimi yüreğinden…. Gidemiyorum senden, vazgeçemiyorum. Kalamıyorum da oysa, sıkışıyorcasına doluyor nefesim ciğerlerime,veremiyorum da seni kimselere, bırakamıyorum da!

Ruhum iki ucun arasında savrulup bizi hırpalarken. Sen hep yanı başımda dur. Beni bırakma…

Karanlıkla aydınlığın kesiştiği yerde ellerim vücudumun iki yanında öylesine salınık duruyorum. Birkaç adım atıp uzaklaşıyorum içimdeki senden. Hayaletler sarıveriyor bir anda etrafımı. Yüzümü nereye dönsem yüzler, bakışlarını bana çevirmiş delici bir hatırayla içimden geçiyorlar.

Çocukluğumun gözyaşları akıyor derine derine…. Sayamıyorum çekip gidenleri hayatımdan, tutamıyorum da ellerinden… Korkuyorum kaybetmekten her bağlandığımda. Çözüyorum kendimi, bırakıyorum boşluğa, değersizleştiriyorum hayatımı. Sessizleştiriyorum, sensizleştiriyorum. Susuyorum, sen konuş isterken, karmakarışık oluyorum sen giderken “Gitme!”

Düzensiz duygu yumaklarına dolaşık aklım can çekişiyor gözyaşlarımda. Her defasında koşup gelişini özlüyorum sesime. Alışmanın zorluğunu yaşıyorum, kulağım hep telefonda. Sana özel tanımladığım zil sesini duyuyorum gaipten seslerde. Çalmıyor telefonum sen aramıyorsan ve mesaj haznem boş senden gelmiyorsa yazışmalar. Dımdızlak gidişinin ardında kalakalırken içimde kopan feryatlardan sadece cılız bir ses yükselebiliyor dudaklarıma “Geri dön!”

“Her şey bu kadar basit ve kolay mıydı? Böyle miydi? Bu muydu? Buraya kadar mıydı?” deyişin yankılanıyor zihnimde. Her kaçıp gitme eğilimimde önüme set çeken yüreğin, ellerimi tutan ellerin geliyor aklıma. Gözlerini görüyorum gözlerimde. İçimdeki son kalesi masumiyetin… Bakışların düşüyor yalnızlığıma. Kaçırıyorsun gözlerini gözlerimden ilk defa…

Yoksun ve bir oda dolusu özlem var başımda. Her şey bu kadar basit ve kolaymış. Böyleymiş. Buymuş. Buraya kadarmış. Kendi silahınla vuruyorsun beni. Yığılıyorum ateş ettiğin yerde. Son damlasıydın kanımın, döküyorum. Sahi geri dönmeyecek misin? Gerçekten mi gidiyorsun? Neden susuyorsun? Beni en iyi sen anlardın öyleyse nasıl vazgeçebiliyorsun? “Geri dön!”

Geçmiş travmalarıma ekleniyor verdiğimiz emek ve değer. Daha da sertleşiyor kalbim, ağırlaştığını hissediyorum duygularımın. Taş gibi çöküyorum girdabın en dibine, sen en taze acım kanatıyorsun içimde kabuk bağlamış ne kadar hatıra varsa. Birbirine giriyor kaygılarım tutarsız duygularda. Kuytusu, köşesi yok acı bu bıçak kadar sert, keskin geçiyor yüreğimin üzerinden. Defalarca yaralanıyorum. Darbe üstüne darbe ve bir darbe de senden!                                                                   

Sahi söylesene sen hiç kanamıyor musun?    

Seni çok seviyorum. Gel gör ki sevmeyi beceremiyorum! Alışmamışım hiçbir tene. Kokusu sinmemiş hiç kimsenin ellerime. Ve dudağımda kanı kalmış hep dokunuşların. Isırıkmış meğer öpücük sandıklarım.

GERİ DÖN…

                                                                Ayşen GENCER

Category: Genel | LEAVE A COMMENT

Bana Sevdalı Bir Söz Söyle

Share Button

Yığınlar içindesin. Sesler, uğultulara karışmış. Sesin yok. Sana itaat etmeyi emretmişler. Barış için savaşmayı öğütlemişler kulaklarına. Özgürlük için esir düşmeyi, yaşamak için öldürmeyi… Kimin aydınlığına gebe kalmış karanlığın? Zehirlenmiş, çarpıtılmış değer yargılarında benliğin. Yüreğine önce kin oturmuş, sonra kan! Çıkar mı bu kan kokusu avuçlarından?

Kirli, kara ve deforme bakış açılarında bozguna uğratılmıştı insanca yaşama ihtimali. Devir kibir ve hoşgörüsüzlük devriydi; tahammülsüzdü gözlerdeki ateş, sözlerdeki yangın. Tahrik ve teşvik ediyordu kaba-sabalığa övgü, şiddete atfedilen bu mana ve makam. Kasvetli, sert bir üsluptu artık deyişler! Ya o kaybolup gidişler öfkeli hayatlardan? Çıkar mı bu nefret kokusu avuçlarından?

Hiç kimse hiçbir şeyden memnun değil. Herkes herkese düşman, herkesle davalı! Mesele olmuş küçücük ve kırılgan konular. Hassaslaşmış, incelen bam telleri. Dert küpü şimdi şiştikçe şişen tutsak zihinler. Etiketlenmiş teninin rengi, dini, mezhebi, etnik kökeni farklı olan. Talan olmuş! Kaderi linç edilmişlerin coğrafyaları talan! Bitmedi mi, emdiğin kan yetmedi mi bu hüzünlü yağmalamalardan? Çıkar mı bu dert kokusu avuçlarından?

Genetik bir kod gibi taşınmaktaydı bir nesilden öteki nesle kan davaları. Her daim prim yapan bir ajitasyon zincirinin halkasıydı bilindik konular. Hep aynı zorlama sorunlar, olmadık durumlar… Elinde silahtı, saltanattı, cellattı, itikattı, ah o her daim kurban edilen, zavallı masumiyet! Kolaydı, kanardı, aramazdı sebep-sonuç ilişkisi, pimi çekilmiş bombaydı cehalet. Çıkar mı bu barut kokusu avuçlarından?

Hep böyle miydi?  Birbirimize bilenerek mi keskinleşirdik öfke söylemlerinde? Farklılıkları kültürel zehirlenme olarak mı tanımlardık zenginlik ve ahenk yerine? Kendimizden olmayana karşı nefret mi beslerdik içimizde? Sevgiden, kardeşlikten, anlayıştan yoksun… Kıran kırana bir üstünlük mücadelesi miydi giriştiği sayıca çok olanların az olanlara karşı? Çoğulcu değil çoğunlukçu muydu hak ve hürriyetten anlaşılan? Çıkar mı bu gam kokusu avuçlarından?

Bana sevdalı bir söz söyle. İliklerime kadar yalnızım, gel sarıl. Ellerimi tut ve ısıt avuçlarında. Rengi kaç ton daha koyu ya da açık senden diye gözetme tenimin, dokun! Ve hisset titreyen bedenimi yanı başında. Saçlarımda gezinsin parmakların. Sarı mı, siyah mı ne fark eder?  Belki biraz şivelidir konuştuğum. Ama dili aynı duyduğun cümlelerdeki duygumun!

Bana sevdalı bir söz söyle. Yeter yitip gittiği umudumun, gel sarıl! Yüreğimi tut ve ısıt avuçlarında. Rengi kaç ton daha koyu ya da açık senden diye gözetme bedenimin, dokun! Ve hisset titreyen nefesimi yanı başında. Gözlerimde gezinsin gözlerin. Kadın mı, erkek mi, eşcinsel mi ne fark eder? Belki biraz farklıdır senden yaradılışım. Ama insanca yaşamaktır onurlu bulduğum! İşte budur benim hayata karşı asıl duruşum!

Çıkar mı bu kin kokusu avuçlarından?

Bölmek, parçalamak, ayrıştırmak serbest, kucaklaşmak yasak! Dövmek-sövmek, itip kakmak serbest, öpüşmek yasak! Nefret suçuna kelepçelenmiş bir toplumun bilekleri. Sahip çıkmak suç, sarıp-sarmalamak yasak! Kanatmak marifet, kabuk tutmuş yaraları!

Çıkar mı bu kan kokusu avuçlarından?

Kalpler kırık, hep yalan sözler! Kuşku örmüş, tüm o gözler! Öfkeye durmuş, acıyan hisler! Dönüyor dünya oysa, duruyor izler! Neden? Neden? Neden? Yazık olduk…

                                                                                   Ayşen GENCER

Category: Genel | LEAVE A COMMENT

RUTİN

Share Button

Gerçekleri bilirsin ama yapman gerekeni yapamazsın. Yanında yörende hiç kimsen yoktur. Korkar, köşene çekilir ve rutine boyun eğersin. Rutin en büyük düşmanıdır yaşantımızın. Görev insanıyızdır artık. Komutlarla idame ederiz hayatımızı. Kalbimiz acır, ruhumuz boğulur, bedenimiz yenik düşer ama bir adım ötesine geçemeyiz hapsedilmişliğimizin. Kaygıdan bir kafes örer çocukluk travmalarımız. Kırkımızı ellimizi devirsek de acı hep çekildiği yaşta kalır. Büyümeyen bir sancı yoklar apansız içimizi. Mantıksızdır biliriz ama karşı koyamayız. Teslim olmuşuzdur bir kere. Yeni bir adım için heveslenemez, hayal kuramaz, ümitlenemez insan. Savaşmaktan yorgun diz çöker olduğu yere. Rutin tüm boğuculuğuna rağmen en emniyetli yerdir onun için. Yaşama dair risklerin minimize edildiği, en sıkıcı ve durağan olan yerdesindir şimdi. Her gün aynı git-gelin içinde amaçsız, beklentisiz, mutsuz…

Hiçbir zaman tamamlayamayacağını bildiğin, yorucu, tekdüze ve zahmetli bir işi sürdürme çabası içinde azalır, eksilir, körelirsin. Kiranı ve kredi borçlarını ödemeye adadığın ömrün gelecek kaygısından ibarettir. Seni son damlana kadar sıkan, posanı çıkaran o yere geri geri gider ayakların. Şikâyet etsen de kopamazsın. Dibe vurmuşsundur kaç kere ve muhtaç olmanın ne demek olduğunu öğrenmişsindir. Celladına âşık niceleri gibi sado-mazo bir hayatın içinde süregidersin. Çünkü bilirsin, defalarca tecrübe etmişliğin vardır bunu. ‘Akıl veren çoktur ama para veren yoktur.’ En ufak bir ihtiyaç anında yapayalnız kalır, gözden düşer, beceriksiz atfedilir, itilirsin. Burası en korunaklı yerdir senin için. Gelecek kaygısı içinde günü kurtarmanın hazzını yaşar ve dört elle sarılırsın rutinine. Kopmak istediğin yerden yapışırsın ona. Bırakamaz, ayrılamaz, uzak kalamazsın.

Olmak istediğin kişi ve sen arasına sıkışırsın. Kendine ayıracak vaktin yok kadar azdır. Hayat üzerinden akmakta, sen ise ona uzaktan dahi bakamamaktasındır. Geciktirmeden, çabucak yapmak için çırpındığın işler arasında tıkanır, bunalırsın. Her gün bir öncekinin aynıdır. Bilindik bir yalnızlık kol gezer yüreğinde. Hiç kimsenin hiç kimseye dokunacak yeri yoktur. Elleri köle olmuştur başka başka bedenlere, elleri kendini unutmuştur çoktan. Dışarıdaki karanlığa içerideki matemi tercih etmişlerdir. Travmalarından teslim alınmışlar, en savunmasız yerlerinden yakalanmış, sımsıkı kavranmış, tutsak edilmişlerdir. Rutine boyun eğmiş, onu kabullenmiş, onsuz olmaktan kaygı duymuş ancak onu hiç sevememiş, onunla mutlu olamamışlardır.

Ana rahmine düşmekle başlar mücadelemiz. Zavallı bir zigotun döl yatağına tutunma savaşıdır yaşam. Her şeye rağmen var olmak ister insan. Kavgamız kadardır nefesimiz. Heyecanla, hevesle beslenir damarlarımızdaki kan. Her yeni gün yeni bir umuttur ve her nefes yeni bir kavga. İçine kapanmamalı, vazgeçmemeli, boyun eğmemeli insan. Her gün farklı bir sokağından geçmeli hayatın. Durgun, sığ suların bataklıklarına düşürmemeli yolunu. Sığınaklara kapatmamalı, kilitlememeli benliğini. O sığınaklar ki diri diri gömüldüğü mezarlardır hayallerimizin. Kopabilmeli, bitebilmeli, gidebilmeli vakti gelince. Sükûnete indirgememeli yaşama sevincini, fırtınayı sevmeli. Hayat ateşini söndürmemeli korunaklı mağaralarda. Rutine düşmemeli insan. Rutin en büyük düşmanıdır umutlarımızın.

                                                                    Ayşen GENCER

Category: Genel | LEAVE A COMMENT

Eski Dost Düşman Olur mu

Share Button

İnsanların acıtan yüzleri vardır. Daha önce görmediğiniz keskin, bilenmiş, sivrilmiş yanları… Hiç beklemediğiniz anda, en yakınınızdan, en çok sevdiğinizden gelir öldürücü darbe. Düşmanınız olsa sizi bu denli yenemez. Çünkü bilirsiniz, beklersiniz, hayal kurmazsınız aranızdaki olan bitenin özel ve değerli oluşuna dair. Teyakkuzda oluşu sizi incitmez. Dövüşmeyi de bilirsiniz, yeri gelince en ağır dille sövüşmeyi de! Yaşanmışlıklar elinizi kolunuzu bağlamaz. Bir kalemde siler geçersiniz hak edeni. İçinizde yaprak oynamaz, dal kımıldamaz! “Neden, niye” diye sorgularla hüzün basmaz dört yanınızı, geceyi bölmez iç konuşmalar. Kalbe sitem, fikre fesat, dile o can yakan soru düşmez:

“Eski dost düşman olur mu?”

Yoruluyor insan! Menfaat çatışmalarında ayrı düşmekten, ortak müştereklerde buluşmalardan bunalıyor! Hesap-kitap yapmaktan, denklemlerle yaşamaktan usanıyor!

Matematiği neydi bu yaşananların? Her şey al gülüm, ver gülüm müydü? Fayda sağladığımız kadar mı sevildik? Bir adım öne geçtik diye ilk çelmeyi değer verdiklerimizden mi yedik? Neydi paylaşılamayan? Kimdi bunca yıldır dost bildiğimiz, gülüp-ağladığımız? Gün olup bir lokma ekmeği paylaştıklarımız? Sırrımızı, acımızı bölüştüklerimiz? Hep yalan mıydı? Buraya kadar mıydı gerçek olduğunu sandığımız masallar? Yarım kalan sevinçlerimiz içimizde eksilirken kimdi yüreğimizden dönmemek üzere çekip giden?

Hiçbir şey ama hiçbir şey tutamazdı oysa o gidenlerin yerini. Yerine yenileri de gelemezdi artık. Kapı duvardı kalp. Duygusal istismardı defalarca taciz eden hayatımızı, travmatizeydi artık tüm anılar. Kabuk bağladıkça yeniden kanayan yaralar gibi kupkuru ve köpük köpük olmuştu hatıralar… Tutmuyordu, tutmayacaktı bir dostun sıcaklığını hiçbir şey. Hiç kimseye içimiz öyle çağlarcasına akmayacaktı. Güvenmeyecekti, inanmayacaktı artık. Savunmasızca kendini bırakmayacaktı duygularına. Sevincini, kederini gizlemeyi öğrenecekti. Kendi suyunda seyrelecekti artık yürek, sır vermeyecekti. İçinde kalacaktı, kendine dönecekti hüzün, keder, sevinç, heyecan ve daha ne varsa hayata dair. Paranoyak bir kaygı ile sarmalanacaktı içindeki paylaşma arzusu. Koşmak isteyecektin dosta ama çakılı kalacaktın kendine ve kilitlenecekti dişlerin sıkmalardan “neden niye” diye! Düşüncelere dalacaktı geceler boyu özlemlerin. Kendinle çelişip çarpışacaktın. En büyük düşmanı olacaktın kendi kendinin. Susturacaktı sesini iç konuşmalarda hayal kırıklıkların. Gidemeyecektin, bir adım öteye geçemeyecektin! Şu an kalbinin kırıldığı, güveninin öldürüldüğü yerdeydin!

İnsanların kanatan yüzleri vardır. Daha önce hiç fark etmediğiniz gaddar, umursamaz, sadist yanları. En mutlu gününüzde en çok yanınızda olmasını istediklerinizden gelir öldürücü darbe. Sevinciniz, mutluluğunuz yarım yamalak kalır. Hiç yaşanmamış gibi uçar gider koskoca bir mazi. Kötü bir söze, kibre teslim olur iyi-güzel ne varsa. Tamir olmaz kırgınlığınız, gelip geçmez. İçinize oturur dostun beklenmeyen tepkili tavrı, karşı duruşu mutluluğunuza. “Neden, niye” diye sorgularla, hüzün basar dört yanınızı, geceyi böler iç konuşmalar. Kalbe sitem, fikre fesat, dile o can yakan soru düşer:

“Eski dost düşman olur mu?”

                                             Ayşen Gencer

Category: Genel | LEAVE A COMMENT

Sustuklarım ve Kustuklarım

Share Button

Milyonlarca spermin ve yumurtanın arasından talihsiz bir tesadüfle döllenen ben, kendimi seçilmiş biri mi yoksa itilmiş biri mi olarak tanımlamalıydım? Yaşam denilen, ödül mü yoksa ceza mıydı? Cennet mi yoksa cehennem mi? Ruhum bu etten kafese tıkılmış, türlü türlü işkenceler altında sınanırken beynim alev almış, cayır cayır yanıyordu. Tam ensemin üst kısmından başlayan bu ateş, görünmez ellerin ölümcül parmaklarıyla başımı kavrayıp sıkıştırıyor, büyük bir basınçla yangınımı körüklüyordu. Uykusuz ve yorgun gözlerime kan oturmuş, tüm eklemlerim haftalardır hareketsiz durduğum o çalışma masasında paslanmış, kireç tutmuştu. “Daha kötü günlerin oldu, dayan!” dedim kendime. Beterin beteri var tesellilerine kadar düşmüştü artık umutsuzluğum. Ayakta kalabilmek için, başımdan geçen en yıkıcı olayları hatırlatıyordum kendime. Sokakları, evsizliği, çaresizliği, her şeyi tek tek düşünüp bugünüme şükretmeye zorluyordum beni ama bu isyan benlik bir şey de değildi. Vücudum sinyal veriyordu. Bangır bangır geliyordu elim sonum, hissediyordum!

Sınırdaydım. Erken tükenmiştim, hedeflerime varamamıştım henüz. Az daha direnmeliydim, biraz daha. Dayanağı olmayan cılız ve hastalıklı bir fidan gibi, yeterince kök salamamıştım, tutunamamıştım yeryüzüne. Üfleseler, uçup gidecektim sanki… Kimsesizdim. Tüm çabalarım, çektiğim acılar, verdiğim emek ve ödünler hiç olacaktı! Ziyan olacaktı! Işığa çıkma umuduyla kararmaktaydı dünyam! Bir ihtimalin peşinde eskitmiştim kaderimi. Hayat yanmalı sancılardan, batmalı zonklamalardan, tutulma ve kireçlenmelerden ibaret olmuştu. Tutsak ruhuma inat fani bedenim özgürlüğüne koşuyordu. Bangır bangır geliyordu elim sonum, hissediyordum!

EVRE

İnsanlar türlü türlü evrelerden geçerken, her evrenin ve herkesin sınavı farklı oluyordu mutlaka. Hiç kimse sorunsuz bir hayat yaşamıyordu. Kendi yükü altında ezilenlerle doluydu hayat. Bu yüzden zaman zaman abartılı bir tavır gibi algılanıyordu durumum. Algılanıyor, sorgulanıyor, eleştiriliyordum. Strese dayanıksız oluşum ve eskiden de benzer şartlarda daha mutlu kalabilişimle kıyaslanırken, kimse bardağın damlayarak dolduğundan ve o son damlaların bardağı taşırmak üzere olduğundan bahsetmiyordu. 

Sistematik hatalarla süregiden yaşantım, uzun vadede çözümsüzlük ve kaybolmuşluk duygusuna dönmüştü. Hayatın bir anlamı var mıydı bilemiyor, aynı döngünün içinde sürekli aynı zorluklarla mücadele ediyor ve her defasında kaybediyordum. Öğrenilmiş çaresizlikti çöreklenen üzerime. İşte bu yüzdendi eskiye oranla benzer şartlarda daha bitkin ve umutsuz oluşum. Mücadele gücüm ve hevesim yerini teslimiyete bırakmış, bedenimse ağır yükler altında yıpranmış ve hastalanmıştı.

Şu yalan dünyadaki tüm çabalarım Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin ikinci basamağına kadar çıkabilmiş, sevgiden yoksun, değersiz ruhum kendini gerçekleştirme arzusuyla yanıp tutuşmuştu. İçimi döktüğüm satırlar anlardı hâlimi bir tek. Açmazlarımı, çıkmazlarımı hep o bilirdi. Uykusuz gecelerimi, bitmeyen telaşlarımı, kalp çarpıntılarımı duyar, derdimi bir tek o sorardı “Neyin var?” diye.

Bilmezler oyunun zorluğunu, kuralına göre oynamanın ne demek olduğunu! Sineye çektiklerini, bırakıp gittiklerini, sustuklarını-kustuklarını bilmezler! 

mecidiyeköy escort
beylikdüzü escort
avcılar escort
bakırköy escort
istanbul escorts
antalya escort
ataşehir escort
taksim escort
bostancı escort
istanbul escort
avrupa yakası escort
merter escort
istanbul escort
bahçeşehir escort
şirinevler escort
şişli escort
istanbul escort girls
kayaşehir escort
avrupa yakası escort
avrupa yakası escort
bahçeşehir escort
escort kadın

                                                              Ayşen GENCER

Category: Genel | LEAVE A COMMENT